Bu yazı 13.11.2015 tarihinde Aydınlık kitap ekinde yayımlanmıştır.
ÖTEKİLEŞTİRMENİN ACIMASIZ SONUCU
Yetkileri, aldatma, dalkavukluk ve bencillikle tek kendinde toplamayı başarıyor. Dosta - düşmana korku salıyor. Ötekileştirmeyi ön plana çıkarıyor. Ötekiyi düşman gibi algılatıyor. Öteki olarak düşündüğü kişileri ve muhalefeti dehşet verici yöntemler kullanarak yok etmeye çalışıyor, hatta soykırım yapıyor. Medyayı denetim altına alıyor. Bunları yaparken adamlarına “Lütfen milletin iradesini yerine getirin!” diyerek emirler yağdırıyor. Sahibi olmadığı bir ülkeye sınırlar çiziyor, sonra o sınırları korumak adına halkına acımasızca davranıyor. Beni siz seçtiniz diyor ama yönettiği, hatta etrafındaki herkesten korkuyor.
Kim bu diktatör? Aklımıza biri geliyor ama çok benzer özellikler taşımasına rağmen bu yazının konusu o değil. Anlatacağım karakter Phil ve onun dehşet verici kısa saltanatı.
Phil’in Dehşet Verici Kısa Saltanatı George Saunders’ın ülkeler, sınırlar, gücün sömürüsü ve birlikte yaşam konusunda yazdığı alegorik bir novella. Politik bir hiciv ustası olan George Saunders yaşadığımız dünyayı çok güzel anlatan, fantastik karakterle dolu bir dünya yaratmış. Tüm karakterler soyut şekillerden oluşmuş, inanılmaz yaratıcılıkta botanik ve mekanik malzemelerden bir araya getirilmiş.
Öyle bir ülke düşünün ki her seferinde sadece bir kişiye yetecek kadar yer oluyor. İç Horner denen bu ülkenin diğer altı vatandaşı ülkelerine girebilmek için beklemek zorundalar. Bir de İç Horner’ı sarmalayan Dış Horner ülkesi var. Kendi değerleri dışında her şeyi hor gören, aşağılayan, güç düşkünü, zorba Phil, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların çıkmasına sebep olan kişidir. Phil’in fakir ve tamamen savunmasız olan İç Horner ülkesine karşı aslında kişisel bir kini vardır. Phil, seneler önce sınırın ardında gördüğü Carol’a aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz. Carol’ın İç Horner’li Cal ile evlendiği gün, Phil’in hayatının en kötü günü olur. Onların mutluluklarını gördüğü her gün huysuzluğu giderek artar. İç Horner’ların ülkelerine sığamayıp Dış Horner’a taşmasıyla Phil, sınır muhafızlarına onlardan vergi almalarını söyler. Phil, şovenist söylemlerle kasıtlı olarak Dış Horner halkını İç Horner tehdidi altında olduklarına inandırır. Phil, İç Horner halkı üzerinde sebepsiz bir saldırı başlatır. Zorbalıkta sınır tanımaz. İlk yok ettiği kişi Cal’dir, onu parçalarına ayırtır.
Belagat sanatında usta Phil, iki güçlü adamından da aldığı cesaretle diktatörlükte yükselişe geçer. Başkanlık’ı ele geçirmiştir. Ülkeyi dilediği gibi acımasızca yönetmeye başlar. Kimse bu duruma itiraz edemez. Korkuyla her şeye tamam derler ama iş çığırından çıkmıştır.
Refah içinde yaşayan, keyiflerine düşkün Büyük Keller ülkesi başkanı ve dokuz halkı, Phil’in dehşet verici kısa saltanatına son vermeyi başarır. Kendilerinden daha iri birilerini ilk kez gören Phil’in adamları Phil’i yalnız bırakıp kaçar. Artık Phil’in gücü tükenmiş, sonu gelmiştir.
Hikâyenin en dikkat çekici noktası Phil’in emrindeki adamların kayıtsız ona inanması ve tüm bu söylenenleri itiraz etmeden kabul edip yerine getirmeleri. Otoriteye neden boyun eğdikleri. Direnelim diyenlere diğerlerinin korkudan hayır demesi ve güce itaat etmesi. Arkadaşları yok edilirken, diğerlerinin olanları nasıl görmezden gelebildikleri, hatta bu duruma düşme sebebi olarak onları suçlamaları. Herhalde suçlayacak birini bularak, kendilerini arındırmış hissediyorlar.
1967 yılında California’da bir lisede tarih öğretmeni olarak çalışan Ron Jones Karşılaştırmalı Dünya Tarihi dersi vermektedir. Ron Jones, en demokratik toplumların bile nasıl faşizan bir yapıya dönüştüğünü göstermek, Nazi Almanyası’ndaki psikolojiyi öğrencilerine anlatmak amacıyla bir sosyal deney yapmaya karar verir. Üçüncü Dalga adı verilen deneye başlamadan önce kurallar belirlenir. Ders zili çaldığında herkes yerine geçecek, sessiz bir şekilde bekleyecek, öğretmen sınıfa girdiğinde herkes ayağa kalkacak ve izinsiz kimse konuşmayacaktır. Konuşan herkes cümlesini Bay Jones diye bitirecektir. İlk gün başarıyla tamamlanır. İkinci gün Ron Jones, Nazi selamını öğretir ve selamlamayı kendi aralarında kullanmalarını ister. Öğrenciler selam vermeyenlerle konuşmamaya hatta kendileri gibi davranmayan öğrencileri aralarına almamaya başlarlar. Hatta şiddet uygularlar. Ron Jones, iki hafta olarak yapmayı planladığı deneyi, beşinci gününde işlerin kontrolünden çıktığını fark ettiği anda bitirmek zorunda kalır.
Todd Strasser’in Dalga – Bir Kötülük Deneyi isimli romanı da bu gerçek hikâyeyi konu alır.
Hikâyedeki tarih öğretmeninin adı Ben Ross’dur. Ben Ross öğrencilerin Nazi Almanyası ile ilgili sorduğu sorulara yanıt veremez. Öğrenciler bu duruma nasıl gelindiğini, neden bu kadar insan ölürken kimsenin itiraz etmediğini anlayamazlar. Bu nedenle Ben Ross, 2. Dünya savaşında yaşanan vahşeti anlatmak için bir deney yapmaya karar verir. Bir kötülük deneyi. Tahtaya “Disiplin Aracılığıyla Güç” yazar. Artık sınıfta sıkı bir disiplin uygulayacaktır. Öğrencilere bir öğretmen gibi değil bir asker gibi davranmaya başlar. Otoritesini her geçen gün artırmaktadır buna karşın öğrenciler de itaatkar olmuşlardır. İtiraz etmeden emirleri yerine getirmeye başlarlar. Bu akıma Dalga adını verirler ve özel selamlaşmalar, sloganlar oluştururlar. “Disiplin Aracılığıyla Güç, Toplum Aracılığıyla Güç, Eylem Aracılığıyla Güç” bu sloganlarla çoşarlar. Ross, öğrencilerden Dalga aleyhinde konuşanların bildirilmesini ister. Dalga faşizan yapısını güçlendirerek gelişir. Güçlü bir karakterin peşinde yollarına devam eden öğrenciler bu durumun eleştirilmesine tahammül edemez hale gelir. Dalga üyeleri, bu durumu eleştiren ve velilerin de durumdan haberdar olmasını sağlayan okul gazetesine cephe alır ve buna bir son vermelerini isterler. Hatta Yahudi bir öğrenciyi döverler. Selam vermeyenleri maça almazlar. Zorbalıkla gruba üye katmaya çalışırlar. Sonuçta Ben Ross bir canavar yaratmıştır.
Dalga’nın da, Phil’in Dehşet Verici Kısa Saltanatı’nın da bize öğrettiği şey ötekileştirmedir. Ötekileştirmenin güçlü bir otoriteyle, cahil veya yönlendirilebilecek toplumlara nasıl da kolay empoze edilebileceğinin göstergesidir.
Her iki hikâyede de otoriteye en sadık kişiler ezilmiş, başkaları tarafından dışlanmış, sevgiye muhtaç olanlar. Bu kişiler hayatı ve olanları yorumlayamayan, emirleri koşulsuz kabul eden ve ezberleyen kişiler.
Hepimiz bir gruba dahil olmak isteriz, kendimizi kabul ettirmek ve böylece toplumda bir yer edinmek isteriz. Ben olma ve onaylanma kaygılarının birey üzerinde yarattığı psikolojik baskı toplumsal aidiyetleri peşinden getirir. Birey “ben” karşısında duran “öteki” ile de var olmaya çalışır. Kabul ettiklerimiz, red ettiklerimiz bizi biz yapar. Ötekileştirme yabancılaşmayı, dışlamayı hatta düşman yaratmayı ifade eder. Son zamanlarda hepimiz bu tuzağa düşüyoruz maalesef. Irkçılık, fanatizm, faşizm, terörizm gibi kavramlar ötekileştirmeden beslenirken gündelik hayatımızda ötekileştirmenin izlerini görmek ne kadar da yaralayıcı. Mandela’nın sözüyle son noktayı koymak isterim.
“Kimse nefretle doğmaz, nefret öğrenilir. Eğer nefret öğrenilebiliyorsa sevgiyi de öğrenebiliriz."